31. BÖLÜM
31. "AŞK."
Yeri kalbe dar gelenin, ruhta izi fazladır. Çünkü kalbe sığmayan kişi, ruhuna kadar sızmıştır.
Zamanın ağır ağır aktığı anlara bir yenisi daha ekleniyordu işte tam o sırada. Olayın tümüne karşı duyulan şaşkınlık salonda tesir ediyor ve küçük fısıldaşmalar kulağımı dolduruyordu. Deren'in önümde yükselen geniş omuzları, onun canlı varlığını daha dikkat çekici yapıyordu. Gözlerim, Mark'ın her saniye solan yüz ifadesini anbean takip etti ve Deren parmağını tetiğe değdirdiğinde, bir adım geriye çıktığını gördüm. Gözlerinde öfke vardı ve küçük düşmüş bir ifadeyle, "Deren Ateş?" diye onaylatmak istedi. "Bu ismi tanıyorum."
"Artık yüzümü de tanıyorsun," dedi Deren, tiksintiyle.
Mark, Deren'in onu öldürmekte ciddi olduğunu anlamış gibi elindeki silaha bakarak başını yana eğdi. "Çok ilginç," dedi, bir şeyleri anlamlandıramıyor gibi. "Kızını kaçıran kadının korumasısın."
Deren'in omuzlarıyla aynı anda kasıldım ve onun İstanbul'daki hayatımın bir kısmını, Deren’le yaşadıklarımızı bildiğini anladım. Mevzu Nil olunca, Karina'mı öldürdüğü için Mark'ın yapabilecekleri aklıma düştü ve Deren bir adım daha çıkıp silahı sertçe alnına bastırdı. "Bir kızım olduğunu unutacaksın!"
Mark'ın öfkesi daha stabil bir hal aldı ve dudakları kıvrılırken dönüp salona baktı. İnsanların fısıldaşmalarına kulak kabartıp Carlos’la bakıştıktan sonra kapıdaki korumalarına göz attı. "Sanırım, beni korumak için ölmemi bekliyorsunuz," dedi onlara dişleri arasından ve sonra Deren'e döndü. "Baksanıza, Karmen'in koruması bir harika."
Deren bir anda Mark'a daha yakın olup silahı onun yüzünden aşağıya, ağzına kadar indirdi. "Karmen'in adını ağzına alma!"
Mark ağzının altındaki silaha doğru bakıp, "Sizi buna pişman edeceğim," dedi ve yaklaşan korumaları, Deren'e doğru hamle yaptığında vücudumu bir his harekete geçirdi. Deren'in arkasından çıkıp sol tarafına geçtim ve ben onu arkama alıp korumalarına, "Uzaklaşın," dedim. "Çabuk silahlarınızı indirin."
Dante, şaşkın vaziyetinden kurtulup koltuklar arasında ilerledi ve silahını Mark'ın korumalarına çevirip, "Kardeşimi duydunuz," dedi. "Uzaklaşın."
"Neler oluyor?" diye bir daha sordu Carlos.
Onun sorusu havada kaldı ve Mark'ın sesini duyunca omzumun üzerinden baktım ona. Deren'i, beni ve abilerimi süzüp kendini gülümsemeye zorladı ama karşısındakilerle mücadele edemeyeceğini anlamıştı. Bu yüzden geriledi ve sahnenin ucuna kadar gelip basamakları inerken, "Bu, burada kalmayacak," dedi. "Benimle alay edişinizin bedelini ödeyeceksiniz."
Deren, o uzaklaşıp korumalarının yanına dönene dek silahı ona doğrultulmuş halde tuttu ve Mark korumalarının arasında kaybolmak üzereydi ki bu kez Salvador'un hareketlendiğini gördüm. Onun korumalarını sertçe itip etrafında bir kalkan oluşan Mark'ı gömlek yakalarından tuttu ve onu kendisine çekip yüzüne doğru fısıldadı. "Sen yaptığın her şeye rağmen, yalnız Karmen hâlâ istediği için hayattasın. Bir Russo'nun kanı asla yere dökülemez, döken olursa da ona biçtiğimiz hayatın her saniyesini eziyet içinde geçirmeye mahkûm olur."
Gerginlik salonun duvarlarına bir rüzgâr gibi çarptı ve Mark'ın korkuyla yutkunuşunu, çenesinin titreyişini gözlerimi kırpmadan izledim. Abimi, omuzlarından itmeye cüret ettiğinde Dante öfkeyle ona yöneldi ama Salvador elini kaldırıp durdurdu. "Bırak kardeşim, bana bir şey yapamayacağını hatırlatmamıza gerek yok. O zaten biliyor."
Mark sersemler gibi bir adım daha geriledikten sonra arkasını hınçla döndü ve korumaları etrafında bir halka oluştururken salon kapısına ilerledi. Kalabalığıyla birlikte kapıdan çıktığında Deren ancak o zaman silahını indirdi ve omzunun üzerinden bana baktı. Gözlerimizin birleşmesi bir sürü yaralayıcı ve iyileştirici anıyı zihnimden geçirdi. Boynumu saran inciler,[SE1] bedenimi saran elbisem, ellerim ve ayaklarım iki katı ağırlaşmış gibi hissederek bu karşılaşmamızı sindirmeye çalıştım. "Sen benim korumam değilsin."
Dediklerimden sonra vücudunu da bana çevirip, herkesin gözü üzerimizdeyken, "Senin neyin olacağıma karar vermemin kibrini, bana yaptıklarının karşılığı olarak say," dedi. Gözlerinin yüzümdeki her bir detayı dolaştığını hissedip mimiklerimi kontrol etmeye çalıştım. "Senin koruman olmak istedim, korumanım."
Göğüskafesi o kadar hızlı inip kalkıyordu ki, kendi kalbimin de aynı şekilde olduğunu geç fark ettim. "Bir korumaya ihtiyacım yok," dedim. "Yeterince fazla korumam var."
"Benim gibisi yoktur," dedi gözleri ısınırken. Siyahlığın ortasındaki alev parıltılarını görmemek imkânsızdı.
Dudaklarımı birbirine bastırdım ve bakışları bu küçük hareketi takip ederek yaptığımı taklit ettiğinde, "Senden de iyisi var," dedim.
"Yoktur ama varsa da öldürürüm. Senin için en iyisi ben olurum."
Bana duyduğu öfke ve merhamet arasında nasıl bocaladığını gözlerinden öyle bir okudum ki ben de ona hem öfke duydum hem de şefkat hissettim. Yine de işlerime müdahil olması, bir anda karşımda belirmesi bana kontrolsüz hissettirmişti ve hayatımda kontrolü sağlamaya çalıştığım bir dönemdeydim. Deren sert bir yutkunuşla çenesini kaldırıp bana yaklaştığında, "Abin kimin kanından bahsediyor?" diyen Carlos'u duydum. İkimiz arasına girip, "İzin ver," diyerek Deren'i göğsünden itti ve Deren'in bakışları onun elini takip ederken Carlos bana döndü. "Konuşmamız lazım. Dakikalardır neler oluyor burada?"
Deren'in gözleri Carlos ile aramızdaki mesafede dolaştıktan sonra onun yüzüne çıktı ve sol gözü seğirdi. Dudaklarının öfkeli titreyişini görürken, "Senin sıran değil Carlos," dedim ve o sırada arkamdan yaklaşan abimi fark ettim. Kolumdan yumuşakça tuttu ama hızlıca çekti. Beni karşısında durduğum iki erkekten de uzaklaştırıp sırasıyla onlara baktı. Carlos'a, "Korkaklığının bedelini ödeme vaktin geldi," derken Deren'e, "Ülkene geri dön!" diye bağırdı ve elimden tutup beni oradan uzaklaştırırken onlara sırt çevirdi.
Dante de bize katılıp arkamızdan yürümeye başladığında, salondaki diğer insanların gözleri önünde çıkışa ilerledik. Abimlere itiraz etmeden Dante'nin uzattığı çantamı aldım ve kapıdan çıkmadan önce son kez omzumun üzerinden baktım. Deren, Carlos'u bir kez daha göğsünden itip ona sertçe baktı ve arkamızdan gelmeye başlarken kravatını sertçe çıkardı.
Türkçe bir küfretti.
Salvador beni omzunun altından kapıdan çıkardı ve kırmızı, loş koridorda yürümeye başladığımızda, "Bu adamın ne işi var burada?" dedi Dante. "Biliyor muydun Karmen? Kim olarak koruman olduğunu söylüyor? Görüşüyor musunuz siz bu adamla?"
Ben daha ona cevap veremeden Deren İtalyanca, "Nereye gidiyorsunuz?" diye sordu.
Abilerimle aynı anda durdum ve onun bize bu soruyu soracak cüreti nereden bulduğunu düşünerek arkamı döndüm. Kravatını elinde sallayarak üzerimize geliyordu. "Deren, gerçekten kendini benim korumam mı sanıyorsun?"
"Evet."
Dante de onun üzerine yürüyüp, "Bela mısın sen?" diye bağırdı. "Nereden çıktın!"
Deren bir saniye duraksayıp önüne çıkıp aramıza giren abime baktı ve ellerini beline yaslayıp, "Sizin korumanız olamam, lütfen isteme," dedi. "Ben sadece Karmen'in korumasıyım."
Salvador kendi etrafında öfkeyle dönerek ellerini saçlarından geçirirken, Dante'nin omuzları sinirli gülüşüyle hareket etti. "Sana benim korumam ol diyen mi var piç, neyden bahsediyorsun!"
"Baştan şartları konuşalım diye söylüyorum." Deren, Dante'ye kıyasla sakin ve soğuktu. Gözleri onun omzunun üzerinden beni buldu. "Yalnız Karmen'in korumalığını yapacağım. Yalnız onun için çalışırım."
Tek kaşımı kaldırarak kollarımı göğsümde bağladığımda, Dante'nin silahına uzandığını bir küçük hareketle gördüm. Belinden çıkarıp Deren'in suratına çevirince, istemsizce vücudum ileriye çıktı ve Deren bunu fark edip yaklaşan ayaklarıma baktı, topuklu ayakkabılarımı izledi. "İkinci kez topuklu ayakkabı giydiğini görüyorum."
Bunun üzerine Dante ile Salvador eğilip ayaklarıma baktılar ve sonra birbirlerine. İkisinin de tahammülünün sınırlarında olduğunu sezip bu işi halletmem gerektiğini anladım. Müdahale edecektim ki Salvador derin bir nefes alıp Dante'yi geriye çekti ve kendisi Deren'e yaklaşarak ellerini sakince onun omzuna koydu. "Bak, kardeşimin sana kötü bir şey yaptığını biliyorum. Çok kötü bir şey. Kızgın ve öfkeli olmanı da anlıyorum. Fakat ne olursa olsun Karmen'in canını yakmana izin veremem. Haklı veya haksız fark etmez kardeşime kimse dokunamaz, üstelik o senden bile daha fazla acı çekmişken." Deren hiçbir şey demeyip boş boş bakınca Salvador anlaşıldığını düşünerek geri çekildi. "Karmen'den intikam almaya çalışmayı bırakıp ülkene dön."
Abim, onun sessizliğini bir onay kabul ederek bize döndü ve elimden tuttuğunda arkamı Deren'e çevirerek koridorda yürümeye devam ettim. Dante de süratli adımlarıyla bizi takip etti. Bu kez arkamızdan gelmeyeceğini düşünerek doğrudan otoparka inmek için asansörü çağırdık ve tam asansöre biniyorduk ki, "Tutun," dedi Deren. "Dört kişi sığabiliriz sanırım."
Dante, asansöre binmek üzereyken durdu. "Öldüreceğim!" diye kükreyerek arkasını döndü.
Deren, umursamazca üzerimize yürüyordu.
Salvador abim Dante'yi ceketinin arkasından kavrayıp asansöre çekti ve Deren gözlerini kısmış kararlı şekilde asansöre ilerlerken düğmeye basıp kapıları kapattı. Kalbim, o hâlâ karşımda duruyormuş gibi atıyordu. Buraya ne zaman geldiğini, beni nasıl bulduğunu aklım almıyordu. Eliyle koymuş gibi nasıl bulmuştu? Neden korumam olduğunu söylüyordu? Mark'ı tanıyor muydu? Ya da Carlos'u? Bana böyle mi düşmanlık yapacaktı? Yakınımda olarak mı?
Nil'i asla bırakmazdı. Onu da mı getirmişti?
Ya Utku?
Şu an aynı ülkede miydik?
Asansör kapıları açıldığında dalgınca çıktım. Mark'ın buradan ayrılışı sinir dolu olduğu için bir nebze keyifliydim ama Deren'in ortaya çıkışı yüzünden hak ettiğinden bile az davranmıştım. Parmaklarım boynumdaki incide dolaşırken Dante'nin hiddetli adımlarının önümde durduğunu fark edip ben de durdum ve başımı kaldırdım.
Deren, bir siyah Aston Martin'in kaputuna yaslanmış, bize bakıyordu.
Dante kahkahalarla gülmeye başlayıp, "Ölmek mi istiyorsun?" diye kükredi.
Deren kollarını göğsünde kavuşturmuşken omuz silkti. "Sen ortanca abi misin? Ortanca çocuk olmanın gerginliği var üzerinde."
Beni hazırlıksız yakalayan gülme isteğine rağmen ifadesiz şekilde ayağımı yere vurmaya başladım ve Dante onun üzerine hücum ediyordu ki, Salvador abim onun kolundan tuttu. Çenesiyle arabayı gösterip, "Ne yapması gerektiğine Karmen karar versin," dedi.
Dante, Deren'e baktığında onu gerçekten öldürmek istiyor gibiydi.
"Karmen," dedi abim, Dante'yi arabaya doğru götürürken. "İki dakika. Üçüncü dakikada müdahale edeceğim."
Enrica, sertçe Deren'e bakıp kafası karışmış şekilde araba kapılarını açtı ve abilerim arka koltuğa yerleşti. Diğer araçtan inmiş tüm korumalarımızın gözleri Deren'deydi ve bazılarının elinde silahı duruyordu. Deren, abilerimi ya da korumaları görmeden yalnız benim gözlerimin içine bakarken topuklu ayakkabılarım üzerinde ona doğru yaklaşmaya başladım. Attığım her adımda topuk tıkırtısı duyuluyordu ve Deren gözlerini bile kırpmıyordu. Ellerim kollarımı o kadar sıkıyordu ki, morluklar oluşacağına emindim. Karşısında yer aldığımda ikimiz de aynı anda derin bir nefes aldık ve yaşadıklarımızın tümü gözlerimin önünden geçerken, "Burayı, beni nasıl buldun?" diye sordum.
Sorduğum soruya cevap vermeden gözlerini alçağa indirdi ve sol koluma doğru baktığında, boğazında bir çıkıntı oluştu. Kolumun pansumanını çıkarmıştım, izler açık ve görünürdü. Dikey ve yatak olmak üzere birçok çizik vardı. Koluma bakarken yutkunamamasından rahatsız olup kolumun içini karnıma yaslayınca, gözlerini daha siyaha dönüşmüş şekilde bana çevirip, "Bir şey sarsana, böyle acımıyor mu?" dedi kızgınca.
"Neden, bakmaya dayanamıyor musun?" dedim. "Oysa benim ölmemi istemiştin. Başını nasıl kararlı salladığını dün gibi hatırlıyorum."
Gözlerini omzumun üzerinden ileriye sabitleyip altdudağını sertçe ısırırken hâlâ yutkunamıyor görünüyordu. Bu yüzden boğazındaki damarları şişiyordu. Birazdan yüzünü önüne eğip genzini temizlerken, "Bunu gerçekten yapabileceğine inanmamıştım," dedi çatlak bir sesle ve o da sesinin ne kadar çatladığını fark etmiş gibi arkasını döndü, boğazını daha sert temizleyip ellerini beline koydu. "Gerçekten yapacağını bilseydim..."
"Bunlar önemli değil, yeri ve zamanı da değil," dedim elimi savurarak. "Kolumdan daha önemli şeyler var, neden burada olduğun gibi."
Tüm vücuduyla beraber tekrar bana döndü ve gözlerini yüz hizamdan indirmeden, "Dedim ya, korumanım," dedi. "Hakkımızda öyle karar verdim."
İyice sinirlenmeye başladım ve ayağımı yere daha sert vurarak, "Türkiye'ye dön," dedim. "Benden intikamını aldın, yeter artık! İşlerim var, seninle ilgilenemem."
"Maaşımı Euro olarak mı alacağım TL bazında mı?"
Aldığım cevap karşısında istemsizce ağzım bir karış açık kaldı ve sonra çantamı yere fırlatıp ona yaklaştım. Sakin bir gülümsemeyle çenesinin altına kadar girdim ve topuğumu ayakkabısına sertçe bastırırken, "Burası İtalya," dedim. "Ben burada bir mafyayım, bir örgütüm, bir tehlikeyim. Kolundan çekiştirdiğin, kafasının arkasına silah dayadığın, bağırarak konuştuğun, titreyerek ağlattığın o kadın değilim. Burada şartlar çok farklı ve ölümün, iki dudağımın arasında."
"Sen de beni titreyerek ağlattın!"
Konuşacak daha başka şeylerim olmasına rağmen sözcükler boğazından ileriye gidemedi.
Deren'in alev alan gözlerine şahit oldum ve söylediklerim bittiği için geri çekiliyordum ki, çenemi büyük eliyle tutup yüzümü kendisine kaldırdı. Korumalarımız anında ileriye çıktı ve Deren bunu fark edip onlara göz atarken haklılığımı anlamış oldu. Sıcak eli bana değdiği için karnımda güçlü bir kasılma hissettim ve tekrar gözlerime dönüp, "Bırakıyorum o zaman," dedi öfkeyle. "Yaşamımı da ölümümü de iki dudağının arasına bırakıyorum."
Bileğini sertçe kavradım ve çekip iterek kendimi geriye attım. Hiç sendelemeden uzaklaşıp, "Seni otoparktan atmalarını söyleyeceğim," dedim ve korumalarıma dönüp İtalyanca konuştum. "Otoparktan çıkarın, gerekirse zorla."
Korumalarım hiç beklemeden Deren'e ilerlemeye başladığında bir korna sesi duydum ve sesi takip ettim. Başımı yana eğip Deren'in kayıtsızca yaslandığı arabaya baktım ve camdan dışarıya kafasını çıkaran Yaman'ı görünce bu gece ikinci büyük şokumu yaşadım.
"Siktir?" dedim sorar gibi.
Yüzünde darp izleri olan, bir gözü şiş duran Yaman onu tanıdığım bir ifadesizlikle bana bakarak göz kırptı ve baştan aşağıya beni, makyajlı yüzümü izleyip, "Merhaba Karmen," dedi.
Korumalarımı tek bir el hareketimle durdurdum ve arabaya doğru yürüyüp Deren'in yanından geçtikten sonra şoför koltuğunun önünde durdum. Yaman'ın yüzüne doğru eğilip, "Senin burada ne işin var?" diye sordum hayretle. "Sen, Deren’le mi? Nasıl yani?"
Deren vücudunu bize dönmüş halde, "Dostunu yakın tut, düşmanını daha yakın," dedi.
Yaman sakin bir baş sallamayla onaylayıp bana dudağını kıvırdı. "Deren'in koruması ve şoförüyüm."
Korumamın koruması öyle mi? Âdeta mizahi bir şölenin içindeydim.
Algılarım bu gece üst üste yaşanan şaşkınlıkları yönetmekte zorlanırken biraz susup her şeyi toparlamaya çalıştım. "Sen... Deren'in koruması olduğunu mu söylüyorsun?"
"Kulağa garip geliyor," dedi Yaman, bana hak verircesine. "Beni öldürememiş ama güvenmediği için uzağında değil, yanında olmamı istiyormuş."
Gözlerini üzerimde hissettiğim Deren, "Ondan hiç hazzetmediğim için çatışma esnalarında kendisini siperim olarak kullanmayı düşünüyorum," dedi. "Böylece herhangi bir aksilikte ölür."
"Duygularımız karşılıklı," dedi Yaman.
"Evet. Her neyse. Uzatma."
"Bu arada sen de ölebilirsin."
"Uzatma."
Yaman dudaklarına hayali bir fermuar çektiğinde elimi gözüne, dudağındaki yaraya götürdüm. Deren'in yaptığı açıktı, onu incitmişti. Bunu hak etmediğimizi söyleyemezdim ama yine de bu haline üzülmüştüm.
"Gördüğüm en kötü ikilisiniz," dedim, elimi Yaman'dan çekerek.
Deren'in gözleri elimi, temas ettiği yeri izliyordu.
"Teşekkür ederiz," dediler bir ağızdan ve bunu aynı anda söylediklerini fark ettiklerinde dönüp birbirlerine kısık gözlerle baktılar.
"Ya da en kötünün biraz iyisisiniz."
Deren gözlerini yüzüme çıkarırken Yaman ifadesizce, "Çok güzel görünüyorsun," dedi. Adam yüzünde hiçbir duygu olmadan iltifat edince açıkçası inanması zor geliyordu. "Seni ilk kez böyle görüyorum."
"Bu gidişle son olacak," diye ona hırladı Deren.
"Manyak ha," dedi Yaman onun için.
Evet, biliyoruz.
"Kes lan piç, bunlar senin daha iyi günlerin!"
Bu kez kendi arabamıza ait olan korna sesini duydum, iki dakika çoktan bitmişti ve abilerim dönmemi istiyorlardı. Salvador'un sözünde durup yanıma geleceğinden, yeni bir kavganın fitili ateşleyeceğinden endişe duyarak topuklu ayakkabılarım üzerinde gerilemeye başladım. Yerden çantamı alırken Deren direkt gözlerini çevirdi ve uzaklaştığımı fark edip bana doğru bir adım attı. "Konuşmamız gerekiyor Karmen."
Saçımı kulağımın arkasına koydum ve bakışlarının kesiklerle dolu kolumu izlediğini görürken, "Geri dönün," dedim her ikisine de. "Konuşacak bir şey yok, yollarımız ayrıldı."
Arkamı döndüm ve korumalarım saygıyla etrafımda bir kalkan oluştururken, "Karmen!" dedi Deren seslenir gibi. Otoparkın sessizliğinde sertçe ilerledim ve ikinci kez ikaz eder gibi, "Karmen!" dedi daha yüksek sesle. Enrica, benim için aracımın kapısını açtığında Deren korumalarıma rağmen arkamdan gelerek seslenmeye devam etti. "Karmen... Karina'yı konuşmalıyız.”
Kendimi, arabanın arka koltuğuna atacakken donakaldım ve gözlerimdeki bakış kayarken kalbimdeki buzun soğukluğu tenimi çarptı. Birkaç saniye hareket edemedim ve Salvador'un, Deren'in bu söylediğini bir tehdit olarak algılayıp öfkeyle doğrulduğunu gördüm. İrkilip abimi tutarken, "Öyle demedi," diye açıkladım fısıltıyla. "Kötü bir şey demek istemedi."
İstemedi değil mi?
İstemezdi tabii. Demezdi.
Salvador ile Dante'nin gözlerindeki ateşi söndürebilmek için koltuğa yerleştim ve Enrica kapıyı çarpıp şoför koltuğuna yerleştiğinde vücudum arkaya yaslandı. Deren'in araç dışından gelen bağrışını işittim ve korumalar da araçlara yerleşirken araba hareket etmeye başladı. Çantamı kenara fırlatıp ellerimi koltuğun iki yanına koydum ve Deren'in dudaklarından kızımın adının dökülme şeklini kafamdan geçirdim.
Çok güzel söylemişti.
Karina, derken yumuşamıştı sesi.
Özel plakalı zırhlı aracımız otoparktan çıkarken, "İyi misin?" diye sordu Dante ve bununla beraber başım sol tarafıma çevrilip onu buldu. Uzun zamandır bana iyi olup olmadığımı soran yalnızca abilerimdi. Eli yüzümdeki saçı kulağımın arkasına koyarken, "Gerçekten burada," dedim. "Gelmiş."
"Kızına zarar vermedin. Neyin öfkesi bu?" dedi Dante, sorgulayarak. "Bu kadar uzun süreli bir öfke çok düşündürücü. Üstelik bir mafya olduğunu, nasıl bir aileye sahip olduğunu biliyor. Hiç mi korkmuyor?" Düşüncelerini sesli şekilde dışarıya vururken bir an duraksadı. "Ona para teklif etsek bırakır mı bu işin peşini? Öldürmemize izin vermiyorsun, kendisi böylece çekip gider. Ne kadar isterse veririm."
"Karmen'i istiyor," dedi Salvador, keskin gözlerle ona bakarak. "Para istemiyor, Karmen'i istiyor."
"Karmen onu istemiyor," diye cevap verdi Dante.
Yanlışını düzeltmeden başımı camdan dışarıya çevirdim ve karanlıktaki yansımama bakarken nefesim ağırlaştı. Ensem terliydi, kolumun içindeki yarayı günler sonra hissetmiştim. Acaba Deren'in yaraları nasıl olmuştu, yürürken bir an bacağının aksadığını görmüştüm. O gecenin sabahında hastaneye gitmişti ama belki hâlâ pansumana ihtiyacı vardı.
Bir anda onun sesinden hemşireme ihtiyacım var, dediği bir cümleyi duydum.
"Salvador Bey." Enrica'nın sesi arabanın ön tarafından bize ulaşınca gözlerimi ayırmadan dinledim. "Bizi takip ediyorlar."
Takip mi? Deren ya da arabayı kullanan Yaman mı? Başımı arkamıza çevirdim ve karanlıkta iki aracımızı gördüm, korumalar peşimizdeydi. Daha gerisinde de otoparktaki o araç vardı, bizim kadar süratli ilerliyordu. Salvador abim bu olan biten karşısında yumruğunu cama vurup bir anda bana doğru kocaman açılmış gözleriyle bakınca, buraya geldiğimden beri ilk kez ondan korktum. "Beni, bu kadarına tahammül edecek bir adam sanıyor ama değilim kardeşim. Ben Sicilya'ya hükmediyorum, bir korumaya neler yapabileceğimi sen biliyorsun."
Sesli yutkunarak bir daha arkamıza baktım ve o aracın korumalarımızın arabalarını sollamaya çalıştığını fark ettim. Deren’le Yaman'ın kavga edip bağırarak bize yetişmek için çabaladığını hayal ettim ve o esnada, "Şaka yapıyor olmalısın," diyen Dante'yi duyup hızla önüme döndüm. "Gülüyorsun?"
"Ne? Hayır." Elimi kıvrılan dudaklarıma kapattım.
Salvador abimin bakışlarındaki öfke âdeta içeriye yayılınca gözlerimin ucuyla baktım. Koltukta yayılıp kumaş pantolonunun cebindeki telefonunu çıkardı ve bir arama yapıp kulağına yasladı. "Sergio, bizi takip eden aracın önünü kesin. Gerekirse ateş açın.”
Aramayı sonlandırdığında yolu takip ettim ve birazdan gürültülü fren seslerini duydum. Sergio'nun kullandığı araç bir yarım yuvarlak çizerek Deren'in aracının önünü kapattı. Durmak zorunda kalan arabalarına son kez bakıp önüme döndüm ve Salvador'un sinirden titreyen ellerini görünce ağzımı açmadım. Abilerim bana hak ettiğimden iyi davranıyorlardı ve Deren'e, benim gösterdiğim tahammülü göstermeyeceklerini zaten biliyordum.
Araba uzaklaşırken bir el silah sesi duydum ama dönüp bakamadım. Dante'nin elini kolumda hissederek yanağımı serin cama yasladım. Eğilip çiziklerin, yaraların olduğu kolumdan öpünce dudağımda hafif bir titreşim oluştu.
Malikâneye yaklaştık ve kapılar bizim için açılınca evin ışıklarına baktım. Arazimiz çok büyüktü, korumuz evin arkasına doğru uzanıyordu. Araç durunca dışarıdaki korumalardan birisi derhal kapıyı açtı ve yağmur yağmaya başladığı için şemsiyeyi başımın üstüne tuttu.
Malikânenin kapısını Sara açtı ve nazik bir gülümsemeyle beni içeriye aldı. Doğrudan odama çıkacaktım ki salondan bağırma sesini duyup ayakkabılarımı çıkardığım gibi oraya ilerledim. Salonda volta atan Noah'ı gördüm ve tüm salona yayılmış öfkesini anlamaya çalışırken, "Buna cesaret edeni bul, öldüreceğim," dediğini işittim. "Kimse benim paramı çalamaz!"
Nadiren onu böyle öfkeli gördüğüm için endişelendim. Yanına yaklaşarak, "N'oldu?" diye sordum.
Ellerini, saçlarını çekiştirerek kafasından geçirdi ve etrafında bir tur dönerek, "Banka müdürü aradı," dedi. "Hesabımdan para çıkarılmış."
Arkamdan içeriye giren Dante, "Üstümüzde sayısız suçlama, dava var," dedi. "Hükümet el koymuş olabilir mi?"
"Hayır, avukat öyle olmadığını söylüyor. Birisi beni dolandırmış." Oflaya poflaya yere düşen telefon parçalarına baktı.
"Ne kadar?" diye sordu Salvador, içecek tezgâhına ilerlerken.
"Otuz milyon euro."
İyi paraydı ama tüm varlığımızın çok az bir kısmıydı. Noah'ı bu kadar delirten de paranın miktarı değil, birisinin ona bunu yapmış olmasıydı. Diğer abilerime kıyasla iyi huylu, sakin bir adam olsa da en nihayetinde bir Russo'ydu.
"Hesabına sızmışlardır, usta bir dolandırıcı çetesi olabilir." Salvador kendisine bir kadeh içecek alıp evin merdivenine baktı. "Karım nerede?"
Sara alışkın şekilde salona girip Noah'ın kırdığı telefon parçalarını temizlediğinde, abim onun omzuna dokunarak, "Teşekkür ederim," dedi ve sonra Salvador'a baktı. "Marianne'in yanında. Banyo yapmasına yardım ediyor."
"Bu gerginlikten sonra benim de bir banyoya ihtiyacım var," dedi Dante, üzerindeki ceketten kurtularak. Gömleğinin düğmelerini çözmeye başlamıştı bile.
Noah ona göz attı ve sonra bizlere bakıp yeterince keyifli olmadığımı görünce, "N'oldu?" diye sordu kuşkulanarak. "Bu gece eve keyifli dönersiniz sanıyordum."
"Ben de," diye iç çekerek arkamı döndüm ve odama gitmek için asansöre yöneldim. Abilerimin arkamdan baktığına emin şekilde asansöre girdim ve katıma çıkarken altdudağımı ısırmaya başladım. O olabilir miydi? Abilerime hissettirmemeye çalışmıştım ama Noah'ın hesabından o kadar para çıkmasının Deren’le alakası olabilir miydi?
Orlando yapmıştı belki de. Çünkü karısını almıştık.
Odama girdim ve elimdeki çantayı fırlatıp boynumdaki incileri kavga eder gibi çıkardım. Bu akşam oraya giderken kafamdaki her şey ve duygularım pürüzsüz bir akıştaydı. Ne yapacağımı, kime nasıl davranacağımı biliyordum. Fakat Deren'in ortaya çıkışı denklemi bozmuş, duygularımın karşısına bir buz dağı çıkmış gibi hissettirmişti.
Kolyeyi sinirle yere çarptım ve odada attığım iki adım sonrasında gözüm kızımın fotoğrafını seçti. Kalbim orada atıyormuş gibi ilerleyip çerçeveyi ellerime aldım. "Gördüm Karina'm, o adamı gördüm. Seneler sonra ilk kez yüzüne baktım. Aklımda sadece sen vardın, sana yaptıkları vardı. Ellerini görünce çok kötü hissettim, neredeyse ağlayacaktım ama yapamadım. Doktorun senin için söyledikleri aklıma geldi, uzun süre boyunca boğuştuğun... İstiyorum ki o da uzun süre boğuşsun, öldürmem için yalvarsın." Fotoğraftaki güzel yüzüne öpücükler dizdim. "Ben hiç istemezdim aslında fotoğrafına bakıp sana bunlardan bahsetmeyi ama en derin duygularımı yalnız sana anlatabiliyorum. Kimseye duygularımı bu kadar çok açamıyorum."
Karina'm rüyamda beni kaldırdığından beri ağlamamıştım, ağlamayacaktım. Ama fotoğrafına baktıkça boğazım yanıyor, burnum sızlıyordu. Bu yüzden gülümseyen fotoğrafını bırakıp yere fırlattığım çantama ilerledim. İçini açıp telefonumu çıkardım ve daha önce de yaptığım gibi Deren'i arayıp telefonuma bir yanıt vermesini bekledim. Aramamı on saniye olmadan açtığında da doğrudan, "Sen mi yaptın?" diye sordum. "Abimin parasını sen mi çaldın? Kim aracılığıyla, hangi bağlantılarınla yaptın bunu? Öğrenirse seni öldürür Deren, öldürür!"
"Bana sıktığı iki kurşunun yerine saysın," dediğinde suçlamamı kabul ettiğini anlayıp şaşkın bir ses çıkardım. "O gece seni yanımdan alıp götürdüğüne saysın. Kızımı kendisine âşık ettiğine saysın. Parasına ihtiyacım yok ama geri vermeyeceğim."
Nil Noah'tan mı bahsetmişti? Ah, Deren daha da çıldırmış olmalıydı.
"Aptal," diyerek Türkçe konuşmaya başladım fısıltıyla. "Ben bile durduramam, öldürür seni."
Birkaç saniye cevap vermedi ve ardından, "Senden sonra abin hı? Senden sonra bir de abin öldürür öyle mi?" diye sordu, gerçekten bunun hakkında düşünüyormuş gibi. "Siz bana o kadar şey yapın, ben hiçbirinin karşılığını vermeyeyim öyle mi?"
Bir an içimden, derinlerimden ses geldi. Kalbimin kırılma sesi olabilirdi. Buna rağmen sesimi dik tutup, "Karşılık," diye tekrarladım. "Bunun için buradasın öyle mi? Zaten... çok acı çekmiş olmam bir şeyi değiştirmiyor, hâlâ karşılığını istiyorsun sana yaptıklarımın. Ne kadar çok acı çektiğimi değil, bana daha ne kadar acı çektirebileceğini düşünüyorsun."
Söylediklerim sonrasında sustu ve üst üste iki kez yutkundu. "Bildiğim tek şey, dert de sensin derman da. Bundan öte bildiğim bir şey yok."
Aramayı bir anda kapattı ve ben elimde telefonla kalırken, sözcükler zihnimde şekillere büründü. Duygularının karmaşıklığı duygularımın karmaşıklığıyla denkti sanki. Onunla bağırarak konuşuyordum ama o salonda gördüğüm ilk andan beri yapmak istediğim şey sıkıca sarılmaktı.
O temiz kokuyu solumaktı.
Yalnızlığım öldürücü düşünceleri beraberinde getirecek diye korktum. Bu yüzden üç adımda çıktım odadan ve Noah'a ait olan kata indim. Abilerim ortalıkta yoktu, müzayedede olanlar hakkında konuşuyor olmalılardı. Noah'ın odasını tıklatıp sessizce açtım ve içeriye girdiğimde Angel’la Marianne'i yatakta buldum. Angel bu kez ona yemek yediriyordu. Bana baktıklarında yengem genişçe gülümsedi ve gözleri parladı. "Kocam da döndü mü? Nerede?" Heyecanla yataktan kalktı. "Neden yanıma gelmedi, beni çağırmadı?"
"Noah ve Dante ile konuşuyor."
"Yaa." Yüzünü astı. "Olsun, ben yine de gideyim. Bana ayıracak vakti vardır."
Ona ne şüphe...
Marianne'e gülümsedi ve yanımdan geçerken yanağımdan öptü. Marianne ile yalnız kaldığımızda yatağa ilerleyip köşesine oturdum. Bu geçen zamanda yaraları iyileşmişti ama utandığı için odadan dışarıya çıkmıyor, Noah’la vakit geçiriyordu. Tepsideki yemeklere bakıp pek yemediğini görünce, "Başka bir şey ister misin?" diye sordum.
"Hayır, teşekkür ederim." Ağzının kenarındaki yara ufalmıştı. Banyo yapmıştı ve üzerinde altlı üstlü pijama takımı vardı. "Bunlar ikinci porsiyonlarım, zaten bir bu kadar yedim. Angel doydum dememe bakmadan biraz daha yedirmek istedi, ona hayır demek çok zor."
"Bir de bana sor, o kadar tatlı ki istediği hiçbir şeye hayır diyemem." Sarı, uzun saçlarını izledim. "Sen de çok tatlısın. Noah'ı kısa sürede kendine aşık etmişsin. Sen geldiğinden beri evden dışarıya bile çıkmadı."
Mahcup olup başını önüne eğdi, gümüş tepsinin kenarlarını daha sıkı kavradı. "Ama başkasının karısıyım. Herkes de bunu biliyor. Orlando her an buraya gelebilir."
"Gelmesi harika olur," dedim. "Geldiği gibi ölür ve sen de boşanma işleriyle uğraşmadan onun nikâhından düşersin."
Bir an, sanki içinde olduğumuz dünyadan bahsetmiyormuşum gibi gözlerini kocaman açıp bakınca gülesim geldi ve kendimi tutmadım. Ancak üç saniye falan, boğazıma gelip bir yumru oturana kadar gülüp, "Abilerim ve ben hayatımızda yalnızca bir hata yapıp çok büyük kayıplar verdik," dedim. "Bu yüzden hepimiz daha temkinliyiz, daha korumacıyız. Sen bu evden sadece kendin istediğinde çıkarsın, kimse alamaz."
Dudakları birbirinden ayrıldı ama sonra her ne diyecekse vazgeçti. Bakışlarını kaçamak şekilde etrafta dolaştırarak, "Ben gitmek istemiyorum," dedi. "Her günüm Noah’la geçsin istiyorum, her bir saniyem."
Gerçekten ilk görüşte aşk yaşıyorlardı.
Marianne'i rahat bırakıp tepsisini aldım, odadan çıktım. Aşağıya inmek için de asansörü çağırdım ve gelen asansör açıldığında duraksadım. Salvador ile Angel'ın öpüştüğünü gördüm ve buna ilk kez tanık olmasam da gözlerimi kırpıştırdım. Abim asansörün açıldığını fark etti ve Angel'ı bırakıp bana dönünce yanaklarını şişirdi. "Merdiveni kullan," dedi ve yengeme dönüp onu öpmeye devam ederken asansörü kapattı.
Sinirlensem de birbirlerine olan aşklarının hiç azalmadığını görmek garip şekilde beni rahatlattı. Arkamı dönüp merdivenleri kullandım ve inip mutfağa girdim. Dante'nin geniş mutfaktaki orta tezgâhta sıcak kurabiye yediğini gördüm. Sara elleriyle önündeki önlüğü tutmuş, onun yemesini heyecanla izliyordu. Dante kafasını kaldırıp beni görünce göz kırptı ve elindeki kahveli kurabiyeyi uzattı. Bu kurabiyeyi en son seneler önce yeniştim. Ağzıma attım ve aynı lezzeti alınca Sara'ya göz kırptım. "Çok lezzetli."
"Teşekkür ederim efendim. Dante Bey özlediğini söylediği için yaptım." Abime kaçamak bir bakış attı.
Dante dudaklarını yaladı. "Ben bile özlediğimi söylediğimi unutmuştum."
Sara başını eğerek gülümsedi ve tezgâha dönüp tepsideki kurabiyeleri kaldırmaya başladı. Kalanını yedim ve sonra kendime bir bardak su aldım, ikinci yudumdan sonrasını bile içemedim. Gerçekten, Karina'mı rüyamda gördüğüm geceden beri yapmamaya çalışıyordum ama olmuyordu, kızım her şeyde aklıma geliyordu. Su içerken hemen onun ne kadar susuz kaldığını düşünüyordum.
Nasıl tekrar tekrar düşünmem ki bunları?
O benim kızım. Çocuğum.
Kalbim. Karina'm.
Kalbimden sonra ruhumu düşünerek, "Noah çalınan parayla ilgili bir şey öğrendi mi?" diye sordum.
Dante bana bir kurabiye daha uzatarak, "Henüz değil," dedi. "Ama bulur. Yoksa senin bir tahminin mi var kardeşim?"
Yüzümü tarafsız tutarak, "Ne yazık ki yok," dedim.
Dante kuşkulu gözlerle beni izlerken arkamı dönüp mutfaktan ayrıldım. Tahmin ediyor olabilirlerdi ve bir kanıt arayacaklardı, o kanıtı da kolaylıkla bulabilirlerdi. Asansörü kullanarak yukarıya, odama çıktım ve bıraktığım telefonun çaldığını gördüm. Yatağıma kadar ilerleyip baktığımda aramanın birkaç saat önce de konuştuğum Gece'den olduğunu gördüm.
Acaba Yaman'ın burada olduğundan haberi var mıydı?
Olsa birkaç saat önce söylerdi.
Aramasını düşünerek açtım ve ilk sorduğum soru, "Bir şey mi oldu? İyi misin?" oldu.
"İyiyim canım," dedi. "Uyuyor muydun? Rahatsız ettim mi?"
"Hayır canım, henüz uyumadım." Muhtemelen Gece'nin bile düşündüğünden daha az uyuyordum. "N'aptın? Karina'nın mezarına gittin mi?"
Birkaç saniye durup, "Evet," dedi.
Cevabından endişe duysam da sormam lazımdı. "Edip gelmiş mi? Kurşun... var mıydı? Ya da başka bir şey? Eşelenmiş miydi mesela mezarı?"
Gece, "Kurşun yoktu, çiçek vardı," dedi.
Söyledikleri ağzımı açık bıraktı ve kalbime tutunan elim düştü. "Çiçekler mi? Sen gittiğinde mi? Ben son kez oradan ayrılırken çiçek yoktu."
"Evet, biliyorsun ben yanına giderken çiçek aldım ama gittiğimde mezarında zaten çiçek vardı," dedi kafası karışmış gibi. "Hem de iki üç deste kadar vardı, hepsi renkli çiçeklerdi."
Birisi kızıma çiçek götürmüştü.
Arkamda, kızıma çiçek götürecek sadece bir kişi bırakmıştım.
Deren'i.
Günler sonra ilk kez gözümden bir damla yaş düşüp pudralanmış yanağımda akarken dudaklarımın kıvrıldığını hissettim. "Kimin aldığını biliyorum galiba," dedim.
"Yoksa?"
"Deren," dedim, ismi dudaklarımdan ummadığım kadar yumuşak çıkmıştı. "O almıştır. Edip kızımın mezarına kurşun sıktı; Deren çiçek bıraktı."
📜
"Sakın gözlerini açma Karmen."
Salvador'un sert bir fısıltıyla söylediği cümleye gülümsedim. "Gözlerimi açsam da göremem abi, ellerini gözlerime bağladın."
"Gözlerini açma."
Bu kez sesli güldüm. "Açmayacağım dedim, bir daha söyleme."
Salvador, beni bir dakika kadar önce kahvaltı ettiğimiz masadan elimi tutarak kaldırmış ve diğer abilerimin, yengemin gözü önünde merdivenlere sürüklemişti. Bana bir sürpriz yapacağı ellerini gözlerime örtmesinden belliydi, diğerlerinin bu sürprizi bildiği de gülümsemelerinden.
Birkaç basamağı daha çıktığımızda babama ait kata geldiğimizi anladım. Üç kat çıkmıştık. Sol köşeden dönüp yürümeye başladığımızda hazırladığı sürprizin burada olduğunu anlayıp merakla dudaklarımı ısırdım.
Bu katta olan odaları düşünerek abimle içeriye girdim ve biraz beraber yürüdükten sonra durduğumuzu fark ettim. Abim, ellerini gözlerimden çekerek arkamdan geriledi.
Bir süre kapalı kaldıkları için gözlerimdeki pürüzleri temizledim ve sonra karşıma baktım. Abimin veya abilerimin bana yaptığı sürprizi de orada gördüm. Burası babamın çalışma odasıydı ve duvarında tüm aile üyelerimizin tabloları vardı. En başta benim ve annemin, altta babamızın, bir altta da sırasıyla abilerimizin tablolarıydı bunlar. Babam, zamanında İsveçli bir ressama yaptırıp çalışma odasına yerleştirmişti. Ve bugün, şimdi baktığımda burada bir tablo daha vardı. Karina'mın tablosuydu. Yağlı boyayla yapılmıştı, aynı ressamın yaptığı çizgilerden, tablonun karakterinden belliydi. Üstelik kızımın tablosunu diğer yanıma, sol tarafıma koymuşlardı. Tıpkı onu benim sol tarafıma, kalbime koyduğum gibi.
Tabloya birkaç adım yaklaştım ve Karina'nın çiçekler içindeki resmine hayranlıkla bakıp parmaklarımla dokundum. "Çok güzel," dedim kalbim ısındığında. "Gülümsüyor burada, tıpkı fotoğrafındaki gibi. Çıkmayan dişlerini, damaklarını bile çizmiş. Gülüşü gözlerine yansımış üstelik, parlak bakıyor. Canlıymış, gerçekten gülümsüyormuş gibi."
Salvador omuzlarımın arkasından sarılıp benimle tabloya baktı. "Babam yaptırmamızı, sonra da buraya senin tablonun yanına asmamızı istedi."
"İnanamıyorum," dedim. "Neler düşünmüş, kimbilir nasıl mutlu etmek istemiştir beni." Omzumun üzerinden abime döndüm. Gözleri acıyla gölgelenmişti. "Çok güzel değil mi sence de?"
"En az senin kadar," dedi.
Abimin boynuna atladım ve kollarımı kızımın dayısına sıkıca sararken, tüm affedilmez şeylere rağmen beni böyle içten affettikleri için sarsılmıştım. Affetmekle kalmayıp mutlu olmam için Karina ile ilgili güzellikler yapıyorlardı.
"Karina sizi tanısa çok severdi," dedim ve abimin yanağından öpüp kollarından çıktım. O karşısına dönüp tabloyu seyre dalarken çalışma odasından koşarak çıktım. Babamın odasına koştum ve kapıyı açtığımda Sara'nın ona yemek yedirdiğini gördüm. İkisi de bana dönmüştü. Babamın yanına yürüyüp sandalyenin arkasından boynuna doğru sıkıca sarıldım. "Karina'nın tablosu çok güzel olmuş babacığım, teşekkür ederim."
Babam bana bakıp sola doğru kayan dudaklarıyla gülümsedi. Konuşamasa da ben onun gözlerindeki ifadeyi okuyabiliyordum. Yüzüme, bir gülümseme arayarak bakıyordu, çünkü beni gülümsetmek istemişti.
"Ben de görebilir miyim efendim?" diyen Sara'nın çekingen sesini duyunca kendisinden tarafa baktım.
"Sen nereden biliyorsun tabloyu?"
Bunu sormam karşısında biraz endişelenmiş göründü. "Abileriniz getirdiğinde haberimiz olmuştu."
Başımı salladım. "Görebilirsin."
Kibarca gülümseyip babama yemeğini yedirmeye devam ettiğinde, ben de babama dönüp onu yanaklarından öptüm. Bugün fizyoterapisti gelecekti, umarım daha da aşama kaydedip iyi olacaktı.
Odanın kapısı tıklatıldığında doğruldum ve fizyoterapistin olduğunu düşünerek, "Girin," dedim.
Enrica kapıyı açıp bize doğru bakıp babama saygıyla selam verdi ve sonra bana, "Bir ziyaretçiniz var efendim," dedi.
"Kim?"
"Carlos Bey."
İlerleyecekken bir güç ayaklarımı kuvvetle yere doğru çekti. Ellerimi babamın omuzlarından çekerek derin bir nefes aldım ve babama bakınca gözlerini öfkeyle karşısına sabitlendiğini gördüm. "Demek istediğin bir şey var mı?” diye sordum.
"Bu... Buraya son gel... gelişi..."
Babamı yormamak için, "Anladım," dedim hemen. "Kendisine söyleyeceğim."
Sara'ya bir kısa bakış atıp arkamı döndüm ve odadan çıkarken Enrica'yı yanıma aldım. Seri adımlarıma ayak uydurarak benimle asansöre binerken, "Nerede?" diye sordum.
"Bahçedeler."
Asansörden çıkarken dizlerime kadar gelen çizmelerim yerde hızlı hareket ediyordu. Üzerimde dizlerimin bir karış üzerinde olan siyah, çizmem gibi deri elbise vardı. Hızlı yürüdüğüm için saçlarım arkama doğru hareket halindeydi. Sokak kapısından çıktığımda korumalarımı ve yan yana dikilmiş üç abimi gördüm. O kadar geniş ve uzunlardı ki Carlos'u göremiyordum. Noah'ın üzerinde bir siyah eşofman takımı vardı, Dante ile Salvador gömlek pantolon giyinmişti.
Arkalarından yaklaştım ve Dante ile Salvador'un arasından geçip onları nazikçe kenara ittiğimde Carlos'u gördüm. Arkasında iki ayrı korumayla dikilmiş, abilerime bakarken beni gördü ve bir adım ileriye çıkıp, "Karmen," dedi. "Konuşmamız lazım."
Dikkatli bakınca dağınık göründüğünü fark ettim. Üzerinde hâlâ dünkü takımı vardı, gömleğinin birçok düğmesi açıktı. Sabahın erken saatinde geldiğine göre karşılaşmamız hakkında kafası karışık olmalıydı. Kollarımı göğsümde kavuşturup, "Ne hakkında?" diye sordum.
Bir anda bağırdı. "Çocuğumuz hakkında!"
Kendimi tutan ellerim titredi ve gözlerime bir kaybetmişlik duygusu oturdu. Salvador'un ileriye çıktığını gördüğümde onu kolundan tutup, "Bizi yalnız bırakın abi," dedim.
Noah, "Haklısın," derken Dante, "Olmaz," dedi.
Abilerim arasında son kararı her zaman Salvador verdiği için omzumun üzerinden ona baktım. O da Dante ile aynı fikirde görünse de Carlos ile bu konuşmayı birebir yapmaya ihtiyacım olduğunu bildiği için kafa sallayıp diğerlerine döndü. "Eve gidiyoruz."
Noah saçlarımı okşayıp Carlos'a tehditkâr bir bakış attı ve Salvador ile eve yürümeye başladığında, Dante yaklaşıp Carlos ile burun buruna geldi. Carlos, ailemize Dante'nin arkadaşı olarak girdiği için Dante ihanete uğramış hissediyordu. "Karmen'e dokunursan, canını sıkarsan, kızarsan, suçlarsan dünyanın en kötü adamı olup seni deşerim."
Carlos, bana bunları neden yapacak olduğunu anlamamış gibi şaşkınlıkla karışık kızgınlıkla baktığında Dante geriledi ve yanımdan geçerken omzumu sıktı. Carlos ve korumalarla kaldığımızda arkamı döndüm ve malikânenin arazisine doğru yürümeye başladım. "Burada kalın," dedim Enrica'ya ve Carlos arkamdan gelirken, "Nereye?" diye sordu. "Konuşmalıyız diyorum. O nerede?"
O?
Onun kız mı erkek mi olduğunu bile bilmiyordu.
Evin arka arazisine doğru ilerlerken durdum ve tekrar ona döndüğümde yüzünde sabırsızlık gördüm. Güneş yüzüne yansıyordu ve nedendir bilinmez gözüme eskisi kadar yakışıklı gelmiyordu. Doğrusu ona bir zamanlar seviştiğim, heyecan duyduğum, yüzüne karşı kızardığım, yanında mutlu olduğum bir adam olarak bakamıyordum. Yerinde yalnız bir boşluk vardı.
"Karmen," dedi bana iyice yaklaşıp karşımda durduğunda. "Evime gidelim, rahat rahat konuşalım."
"Burada konuşabiliriz," dedim. "Ne sormak istiyorsun?"
"Ben... Bir sürü şey var Karmen, soracağım bir sürü şey var. Yıllardır ortada yoktun ve bir anda karşıma çıktım. O günden sonra gitmişsin, seni defalarca arayıp ulaşamadım, beni karnında bebeğimizle terk ettin..."
Cümlesini bölmek zorunda kalıp, "Sen bizi terk ettin," dedim soğukça. "O masada. Bırakıp gittin, çocuğumuzu istemedin." Karina'yı istemedi, Karina'mı... Nasıl istemezdi onu? Acaba görse ister miydi? Pişman olur muydu? "Abim seni gönderdi. Ağzını açıp burada olmalıyım, o benim çocuğum, diyemedin.”
Carlos kelimelerini bir araya getiremiyormuş gibi bekledi. "O an masada hamile olduğunu söylediğinde şoke oldum çünkü! Ailenin yanında söylemiştin, ne yapmaya çalıştığını anlamamıştım. Tepkilerimin farkında bile değildim, düşünmeye ihtiyacım vardı." Konuşurken sesini yükseltmeye başlamıştı. "Ertesi gün aradım seni, açmadın bile. Bu kadar kısa sürede gittiğine inanamadım! Baş başa konuşmak için biraz bile zaman tanımadın! Belki konuşsaydık her şey çok farklı olurdu!"
"Ben sözlüydüm," dedim. Yıllardır Carlos ile konuşmadığımız her şey birdenbire boğazımda birikmişti şimdi, söyleyecek çok şeyim vardı. "Ben seninle Mark'ı aldattım, ihanet ettim. Ailemin karşısına çıkıp bunu itiraf ettiğimde beni yalnız bıraktın, bu sadece benim hatammış gibi davrandın. Belki o gün ailem bana çok kızacaktı, o yüzden seni göndermek istediler ama sen bile bile gittin. Sen, beni düşünmedin."
"Sen de gittin! Bana bir şans, fırsat vermedin! Çocuğumuzun yıllarca babasız büyümesine göz yumdun!" Çocuğumuz... Sahi, onun hâlâ hayatta olduğunu sanıyordu değil mi? Nefes aldığını. "Aradım seni, bulamadım. Bir anda yok oldun, bencillik ettin!"
Sahi, biraz daha sabırlı olsam, Carlos’la konuşsam her şey farklı olur muydu? Belki de asıl burada korurdum kızımı, kimse bir şey yapmazdı, ölmezdi.
Bu duyguyu aşamayacaksın Karmen. Kızının sorumsuzlukların ve hataların yüzünden öldüğü gerçeğini aşamayacaksın.
"Bunları sonra da konuşmaya devam ederiz ama önce onu görmek istiyorum," diyerek düşüncelerimle arama girdi Carlos. Sesindeki heyecanı fark edip dalgın gözlerimle baktım. "Benden bahsettin mi hiç? Tanıyor mu? Evde mi? Yanına gidelim lütfen."
Gözlerimi neredeyse yaşlar dolduracaktı ama kendime bir söz vermiştim. Mark'ı öldürmeden ağlamayacaktım. "Yanına gitmeyi çok isterdim," dedim. "Ama gidemeyiz. Kızımız öldü. Mark, onu öldürdü."
Carlos kendisine hiç bunları söylememişim gibi saniyelerce baktı gözlerime. O an aslında Karina'nın gözlerinin onunla benzerlik taşıdığını fark ettim, kızımız da bir noktaya daldığında böyle bakıyordu. Bu benzerlik içime o kadar dokundu ki kalbimi sıkıştırdı. Carlos ancak bir dakika sonra duyduklarını idrak etti ve yüzüne birbirinden ayrı hissiyatlar yerleşirken, "Öldürdü?" diye tekrarladı. "Kızımız? Bir kız mıydı?"
"Kız," dedim dağılmaya yakın şekilde. "Adı Karina."
Carlos iki adım geriledi, ayakları temizlenmiş çimlerin üzerinde yalpalıyordu. Sonra da bir adım yaklaşıp eliyle boğazını sıvazladı. "Karina... Karmen, Karina... Kızımız." Ellerini yüzüne çıkarıp sertçe ovalarken hızlı nefes almaya başlamıştı. "Bir kızdı, adını Karina koymuştun."
"Hep Kalbim, Karina'm, diyordum ona," dedim, bunu ilk kez Carlos'a söylüyordum. "O benim kalbimken sen onu bıraktın."
Ellerini yüzünden indirip beline koydu ve odaklayamadığı gözleriyle beni izleyip sanki gerçekliğinden emin olmaya çalıştı. "Dün akşam yaşananlar... bu yüzdendi."
Bir dalgınlık haliyle, "Seni hiç tanımadan öldü, babasını hiç tanımadı," dedim. "Carlos, o kadar tatlı bir bebekti ki..."
"Karmen... Bana yalan mı söylüyorsun? Cezalandırmak için mi diyorsun?" Bir anda kollarımdan tutup kendisine çekti, kocaman açılmış gözleriyle baktı.
Az önce aklıma takılan bakışlarının Karina'ma ne kadar benzediğini tekrar hatırlayınca bağırmaya başladım. "Bilmiyorsun işte! Kızımı ne kadar sevdiğimi bilmiyorsun! Kızımı ne kadar sevdiğimi bilsen yaşıyorken onun isminin yanına ölüm kelimesini getiremeyeceğimi, asla böyle bir yalan söylemeyeceğimi de bilirdin!" Beni tuttuğu kollardan uzaklaşmaya çalışırken yumruklarımı sertçe göğsüne indirdim. "Onu bırakmasaydın belki de ölmezdi! Yapamadım işte, yalnız başıma ona bakamadım! Onu da, beni de terk ettin, korumadın! Bir babası vardı ama hiç yoktu!"
Dudaklarımdan çıkan her sözcükten sonra Carlos'un gözlerindeki ifade derinleşti ve şaşkınlık yerini acıya, hüzne bıraktı. Beni daha sıkı tutarak, "Ne zaman?" diye fısıldadı. "Ne zaman öldü?"
"Neredeyse dokuz ay olacak!" dedim bağırmaya devam ederek. Avuçlarımı göğsüne koyup onu daha sert itmeye çalıştım ama bir elini sırtıma kaydırmış, karşı çıkıyordu uzaklaşmama. "Dokuz aydır cehennemi yaşıyorum ben, her bir günüm işkence içinde geçiyor. Yeterince isteseydin kızını da beni de bulurdun! Çünkü bir babanın istediğinde kızını nasıl bulabileceğini biliyorum!"
Carlos olan bitene inanamıyor gibi bir sesle, "Aradım, yemin ederim aradım!" dedi. "Abilerin peşini bırakmamla, beni öldürmekle tehdit etmesine rağmen aradım! Ama hiçbir iz yoktu!"
Karina'yı bıraktığı için ona öyle öfke duyuyordum ki, umursamayacağımı sanmama rağmen şimdi yumruklarımı daha sert göğsüne çarpıyordum. Dehşet sesli nefes alıp vererek gömleğini çekiştirirken, "Mark, kızımızı kendi elleriyle boğdu," dedim. Sonra daha sert vurdum göğsüne. "Tabii, seni üzmüyordur bu, çünkü onu zaten istemiyordun ama beni çok üzdü, kahretti, delirtti! İki yaşındaydı, küçücüktü, son kelimesi anneydi! Kahretsin! Keşke o kapıyı kilitleseydim, keşke o kadar aptal olmasaydım! Benim suçum, senin suçun, bizim suçumuz! Karina bizim yüzümüzden öldü!"
Carlos'un daha başka bir panikle, "Sakin ol," dediğini duydum ve elini başımın arkasına bastırarak beni kendisine yasladığında yüzümde sıcak gömleğini hissettim. Hâlâ itmeye çalışıyordum onu. "Tamam, dur! Canını yakıyorsun, yapma!"
"Bırak beni!" diyerek tekmemi bacağına geçirdim ve hiçbir şey hissettirmeyen kolları arasından çıkmaya çalıştım. "Sarılma, teselli etmeni istemiyorum! Sana bakmak yalnızca kızımı terk ettiğini hatırlatıyor, biraz bile iyi gelmiyor!"
"Üzgünüm, çok üzgünüm!" Başımın üstünden öperek sırtımı sıvazladı.
"Bırak!" Göğsüne kuvvetli bir öfkeyle vurdum. "Üzgün değilsin, yalan söylüyorsun! Onu tanımıyorsun, sen onu kaybettiğini bile hissetmiyorsun ki üzülesin!"
"Sakinleş lütfen, bu kadar çok acı çektiğini..."
"Bırak beni. Sarılma. Kızıma bile sarılmadın sen, bana nasıl sarılabiliyorsun?"
Ürperdiğini hissettim. "Karmen, lütfen yapma!"
"Bizim kızımız öldü Deren!" Hepsinden daha kuvvetli bir itişle onu püskürttüm ve kollarının arasından çıkarak kendimi geriye attığımda, solmuş yüzünü gördüm. "Sen bir kez bile ona sarılmadan öldü, hem de işkence görerek. Şimdi kendine sor, sen gerçekten onun babası mısın?"
Carlos bir serap görüyormuş gibi anlamsız gözlerle bakıyordu ve irislerinin etrafı kıpkırmızıydı. Titreyen dudaklarını aralayıp, "Deren," dediğinde yanımdaki yumruklarım gevşedi. Şimdi onun adı nereden çıktı? "O kim? Dünkü adam mı?"
Birdenbire şimdi neden ondan bahsettiğini anlamayıp kendisinden biraz daha uzaklaştım. "O nereden çıktı şimdi? Ne alaka?"
"Bana Deren, dedin."
"Hayır," dedim afallayarak. Ona bağırıyordum, ne Deren'i? "Öyle bir şey demedim."
Carlos gözlerini sımsıkı kapatıp bana arkasını döndü ve dengesiz adımlar atarak ellerini kafasında dolaştırdı. Deren'e kıyasla uzun olan saçlarını çekiştirerek öfkeli bir bağırtı kopardı. Ayağını kaldırıp yere doğru öfkeli tekmesini geçirdi ve tekrar, daha yüksek sesli şekilde bağırıp bana döndü. Gözleri dolu doluydu. "Mark, kızımızı öldürdü? Onu aldattığımız için yaptı?"
"Nereden öğrendiğini bilmiyorum," dedim, kollarımı kendime sarıp arkamı dönerken. "Dante seni bizimle tanıştırdığında küçüktüm, etkilendim senden, sevdim belki de. Hiçbir zaman söylemedim ama her zaman farkındaydın, genç bir kızın seni beğenmesi o kadar hoşuna gidiyordu ki, sözlendiğimde egon sarsıldı. Sanki yıllarca senden bir şeyler bekleyen ben değilmişim gibi, karşılık vermek için sözlenmemi bekledin. Uzun uzun gözlerime bakmaya, odama gelmeye, abilerimin olmadığı her yerde bana yaklaşmaya başladın. Beni baştan çıkardın, sevdiğini düşündürdün, seviştin..." çizmemin ucuyla yeri eşeledim. "... sonra da korkup kaçtın. Ben de hem seni sevmenin hem de senin korkaklığının bedelini ödedim. Benim küçücük kızım bile senden daha cesurdu. Benim... Doğru kelime bu. O benim kızım. Bizim değil."
Parçalanmış bir sesle, "Karmen," dedi. Daha çok şey demek istiyor gibiydi.
"Artık gitmeni istiyorum," dedim. "Bir daha da gelme. Babam öyle olmasını istiyor, ben de."
Arkamı dönmüş seri adımlarla eve yürüyordum ki, koşup kolumdan tuttu ve beni kendisine çevirirken, "Saçmalama," dedi bağırarak. "Konuşacak daha bir sürü şeyimiz var! Karina hakkında konuşalım, tüm bunların nasıl olduğu, senin yıllarca nerede yaşadığın, Mark'a ne yapacağımız..."
Son sözcüklere kadar sakinliğimi korudum ama sonra bir hışımda kolumu çekip ona döndüm, gömlek yakasını yırtacakmış gibi çektim. "Mark'ı ben öldüreceğim. Yalnız ben. Onu benden başka birisi öldürürse, onu öldürürüm."
Gömleğini öfkeyle bırakıp gözlerine keskin bir bakış attım ve malikâneye doğru yürümeye başladım. Carlos'un sessizliği bir müddet sürdü ve sonra tekrar arkamdan geldi. Önüme geçerek yolumu kapatırken, "Beni mi suçluyorsun?" diye sordu açık açık.
Gözlerine baktım. "Bizi suçluyorum. İkimizi."
Güneş ışığı gözlerimize çarptı ve sanki yaşların oturduğu gözlerini daha da berraklaştırdı. Çenesini yukarıya dikip sertçe yutkunurken gerçekten zor bir an yaşadığından şüphe duymadım. Alnının ortası kırışmış, yanakları sinirden kızarmıştı. "Neden?" dedi bir daha. "Neden gitmekte o kadar acele ettin Karmen? Her şey daha farklı olabilirdi."
"Korktum çünkü. Mark'ı aldatmıştık. Hamile kalmıştım. Onu aldırmak istemedim. Doğurmak istedim ve doğurduğumda başına geleceklerden korktum, çünkü Mark'ı aldattığım ortaya çıkacaktı..." ve korktuğum her şeyi gerçekleştirdiğim mizahi bir şölen yaşadım, gözyaşlarımla. "Öyle de oldu, Mark kızımı organ kaçakçılarına kaçırtıp öldürdü."
"Çıldıracağım, çıldıracağım..." ellerini suratına çarparak kendi etrafına döndü ve bir çığlık atıp kükredi. "Kızım olduğunu, onun öldüğüyle aynı anda öğreniyorum. Adını bile yeni öğrendim... senin yüzünden!" Kükreyerek bana döndü ve işaretparmağıyla gösterdi. "Diyelim ki hatalıydım, o gece senin yanında olmalıydım! Ama sen de hatalısın! Bana hiç şans tanımadığın, bu kadar acele ettiğin, kızımız öldüğünde bile beni aramadığın için hatalısın!"
"Ben bunlar için kızımdan özür diledim, senden dilemeyeceğim." Ona yolu gösterdim. "Siktirip git!"
Bir daha, tekrar bakmamak üzere arkamı döndüm ve süratle evime doğru ilerledim. Hızımla beraber yüzüme uçuşan saçlarımı sertçe itip öfkeli bir çığlık savurdum havaya doğru.
Az sonra, "Bekle," diyerek tekrardan peşimden koşmaya başladığında yumruklarımı sıkmaktan avuçlarım taş gibi olmuştu. "Tamam, bekle... Karina hakkında, kızımız hakkında konuşa..."
"Hazır değilim. Karina hakkında daha fazla konuşmak istemiyorum seninle."
"Hakkım var Karmen!" Bağırıyor olsa da sesinde bir yakarış vardı. "Lütfen konuşalım, izin ver..."
"Yapamam," dedim kafamı iki yana sallayarak. "Daha fazla yapamam Carlos, git artık."
"O, ikimizin kızıydı!"
Dı...
Bir çığlıkla daha ona dönüp parmağımı göğsüne bastıra bastıra heceledim. "O benim kızım! Bu acı benim! Onun hakkında yalnız kendimin istediği kadar konuşurum!"
Parmağımla dokunduğum göğsü parçalarına ayrılıyormuş gibi titredi. "Onu merak etmeye bile hakkım yok mu? Kalbinde hâlâ yerim yok mu?"
"Benim kalbim Karina," dedim tek nefeste. "Kalbim de ruhum da başkalarına ait. Belki de hiç sana ait olmadı."
Onun, bir daha bana uzanmaya çalışan elinden gerileyip arkamı döndüğüm gibi eve koştum. Bu kez arkamdan gelemedi, mesafemiz açıldı. Malikânenin önüne geçtim ve korumaların hepsinin bu tarafa baktığını gördüm, bağrışları elbette duymuşlardı. Enrica ile göz göze gelip, "Hepsini gönderin," dedim ve sonra evimin merdivenini çıktım.
Sara bana kapıyı açtığında kimseye bakmadan asansöre ilerledim. Ağlamaktan, ağlarken görünmekten kaygılanıyordum. Asansörden inip odama geçtim ve kapıyı çarpıp kendimi kapıya yaslarken gözlerimi tavana kaydırdım. "Ağlama Karmen, n'olursun ağlama. Karina'ya söz verdin sen, Mark'ı öldürmeden ağlamayacaksın." Ağlamamak için verdiğim çaba yüzünden burnumun içi yanıyordu. "Ama... Ya ağlarsam, yere düşersem Karina rüyama tekrar gelir mi? Gelir belki ama küser bana, söz verip ayakta kalmadığım için kırılmış olur. Hayır, düşemem, ağlayamam, kızıma iyi bir anne olmalıyım..."
Gözyaşlarımı ısrarla tutarak yatağa ilerlerken bir sesin farkına vardım. Gözlerimi yatağıma çevirip kırmızı örtünün üzerinde çalan telefona ilerledim. Eğilmeden ekrana baktığımda benliğimdeki huzursuzluk, alevler dindi ve bir anda Deren Ateş'in etkisi hüküm sürdü. Arama kapandı ve ekranda toplamda on altı cevapsız çağrı olduğunu gördüm. Ardından telefon bir daha çalmaya başladı.
Bu kadar fazla aramış olmasına şaşırarak telefonu aldım ve aramayı açtığım an, "O kimdi?" diye bağıran sesini duydum. Bağrışının kuvveti kulağımda bir yankı oluşturmuştu. "Dakikalardır onunla mıydın sen? Kim o sana öyle sarılıyor? Dünkü adamdı o, sana sorular soran adamdı. Kim o diyorum sana! Nasıl sarılabiliyor sana? Neden sarılıyor?"
Adam... Carlos'tan bahsediyordu ama nasıl görmüştü? Daha birkaç dakika önce olmuştu. Yoksa burada mıydı? Evin civarında mıydı? İzliyor muydu? İzletiyor muydu? Çıldırmıştı.
Deren'in tek seferde hızlıca aldığı solukları duyarken dudağımı ısırdım ve o tekrar kükreyerek, "Öldürürüm!" diye bağırdı. "Bilmiyor musun Karmen, öldürürüm! Seni öldüremem diye başkalarını da mı öldüremem sanıyorsun? Seni öldüremem ama herkesi öldürürüm!"
Kafamın içinde heceliyordum ama sözcükler dudaklarımdan dökülmüyordu.
"Bırakmak sarılmayı, sana nefesi değsin en yakın mesafeden vururum onu! Sana sarılan kollarından başlarım hem de!"
Telefonu titreyen elimden indirerek hızla kapattım ve yatağa fırlatarak geriledim. Bu duygu çok tanıdıktı, Nalan'ı Deren'in yanında gördüğümde hissettiğim türdendi. Fakat o nasıl görmüştü? Başımı geniş pencerelere çevirdim ve oraya koşarak perdeyi çektim, etrafa dikkatle baktım. Arazimizin olduğu alan çok genişti, uzak mesafeden görmüş olabilirdi. Ama... Deren Nil'i bırakamazdı, burada n'apıyordu?
Ya abimler fark ederse?
Abilerim soy ismimize, itibarımıza düşkünlerdir. Deren'in evin civarında olmasını bir tehdit olarak algılayabilirlerdi. Ve bir noktada artık bana duydukları saygı da onları durdurmazdı.
"Kendine büyük zararlar vereceksin Deren ve daha fazla nefret edeceksin benden."
Yatağa geri dönüp üzerine oturdum ve dakikalarımı orada, düşünceler içinde geçirdikten sonra araziden ayrılan araba seslerini duydum. Carlos korumalarıyla beraber uzaklaşmıştı.
Ellerimi saçlarımdan geçirirken kapının tıkladığını duydun ve yüz ifademi tarafsız tutarak, "Girin," diye seslendim. Ağzımdan bu kelimeler dökülürken bile gözlerimin önünde Deren vardı.
Angel açtığı kapıdan, üzerinde yazlık, bebek mavisi elbisesi ve Dior çantasıyla beraber girince bir ıslık çalarak, "Bu ne güzellik?" dedim. "Nereye?"
Yanıma kadar yürüdü. "Masaj randevumuz var. Sen de bugün benimle geliyorsun."
Ah, Angel bakıma ve kızsal şeylere bayılırdı. Her hafta mutlaka maskesini yapıp kuaföre gider, çok sevdiği markaların ürünlerini stoklardı. İtalya'dayken zaman zaman beraber masaja giderdik fakat bu şimdi tam sürpriz olmuştu. "Sen git, gelmeyeceğim.”
"Olanlar seni çok geriyor," dedi gözlerini kısarak. "Masajda rahatlarsın, gel gidelim."
İtalya'ya döndüğümden beri zamanımın çoğunu evde geçirmeye başlamıştım. Çünkü yalnızca Mark'ı nasıl cezalandıracağımı düşünerek hayatta kalabiliyordum. Yengemi bir daha reddetmek için bahane ararken dolabıma yürüdüğünü gördüm. İçini biraz karıştırıp, "Aa," diyerek bir çığlık attı. "Bu ne kadar güzel."
Dolabımdan çiçekli bir elbise çıkardı. Deren'in bana aldığı elbiseydi. Abim onu da getirmişti.
"Pek senin tarzın değil ama giy, sana çok yakışır."
Angel elbiseyle yanıma koşturduğunda hatıralar da üzerime geldi. O elbiseyi giydiğimde Deren hiçbir şey bilmiyordu ve benimle sevişmişti. O elbiseyle eve dönüp yıkadıktan sonra bırakmıştım, bu ikinci giyişim olacaktı.
"Tamam, sen kazandın," diyerek elbiseyi elinden kaptım ve giyinme bölümüne ilerledim. Üzerimdeki siyah elbiseyi çıkarıp çamaşırlarımın üzerine bu çiçeklerle kaplı elbiseyi geçirdim. Kırmızı rujum, elbiseyle çok vamp kalmıştı, bu yüzden aynanın önüne geçtiğimde o ruju temizleyip bir nemlendirici sürdüm dudaklarıma.
Acaba Nil'e giydirdiğim o çiçekli elbiseye n'olmuştu?
Aklıma düşüyordu bazen. O elbisenin bir hatırası vardı. Karina'mın onu hiç giyememiş olması bile bir hatıraydı.
Beyaz çantamı yanıma aldım ve gözlüklerimi başıma takarak yengemle beraber indim. O masaja gideceği için heyecanlı görünüyordu. Abim yengem konusunda hassas ve dikkatli olduğu için yengemin gideceği günler orası kapatılmış oluyordu, birçok koruma da bizimle geliyordu.
İndiğimizde abilerimin salonda oturduğunu gördüm. Yan yana bir şeyler konuşuyorlardı. Dante dışarıdaydı, camlardan görüyordum. Enrica'nın elinde bir valiz vardı, onu gösterip bir şeyler diyordu. Salona indiğimizi fark eden Salvador abim doğrulduğunda gözlerim tekrar onu buldu. Bize doğru ilerleyip Angel'ın saçlarını omuzlarından aşağıya itti, onun makyajlı yüzünü izleyerek çenesinin altından tuttu. "Ben sana masaj yapabilirim."
Angel yanaklarına doğru uzanan bir pembelikle abimin elini kavradı. "Senin ellerin çok ağır ve sert."
Abim, öpmek için yengemin dudaklarına eğildiğinde başımı koltukta oturan Noah'a çevirdim. Düşünceli ve kibar gözleriyle bana bakıyordu. Bu kadar düşünceli olmasını kaybolan parasına yordum ve ona güçlükle tebessüm ettim. "Elbisen çok güzelmiş kardeşim, çok yakışmış."
Ah bir bilsen paranı çalan adamın aldığını...
"Carlos korumalarıyla beraber giderken çok kötü görünüyordu. Her şeyi anlattın mı?" diye sordu.
"Öğrenmesi gereken her şeyi söyledim," dedim. "Karina ile ilgili başka şeyler de sordu fakat anlatmak istemedim."
Yengemden uzaklaşmış olan abim dudaklarını elinin tersiyle silerek bana göz attı. "O zaman Carlos'u öldürebiliriz. Onu, kızının babası olduğu için bu zamana kadar yaşattık. Artık ölebilir."
"Ölemez abi. O hâlâ Karina'nın babası. Kızımın babasını öldürmek istemiyorum. Kızım için, babasının katili olmak istemiyorum. Kızım bunu bilmeyecek bile olsa."
Abilerimin her ikisi de bana, sonra birbirlerine baktı. Onaylamadılar, reddetmedikleri gibi. Noah koltuğa daha çok yayılırken Salvador abim, "Çok fazla şey istiyorsun Karmen," dedi. "Ağzından çıkan her söz çok kıymetli, biliyorsun. Fakat bazı isteklerin, bizi durdurduğun bazı konular itibarımıza gölge düşürüyor. Öldürmek istediğim herkesi koruyorsun."
Mark'ı da, Carlos'u da, Deren'i de öldürmek istiyordu.
"Ya kocam, Deren'i öldürme lütfen," dedi Angel, onun yanına ilerleyip arkasından sarılarak. Deren'in ismini söylerkenki aksanı komikti açıkçası. "Karmen'in anlattığına göre Deren, Carlos'tan çok başka."
"Âşık olduğunda kardeşimin zihni sisleniyor Angel. Bu yüzden yalnızca gördüklerime inanıyorum."
Boğazıma bir yumru oturdu ve sessizlik oluştu. Angel geriye çekilip bana dönerken, Salvador abim dışarıdaki korumaları incelemeye döndü. Başımı önüme eğip kollarımdaki yaralara baktım ve sonra arkamı döndüm, Angel koşturarak peşimden gelirken kapıya ilerledim.
Sıcak havaya çıktığımda arabaların hazır olduğunu gördüm. Korumamın önünde beklediği aracın direksiyon koltuğuna ilerledim ve şoföre, "Kalk," dedim. "Ben süreceğim."
"Elbette efendim." Arabadan indi ve Bugatti'nin kapısını benim için açık bıraktı. Koltuğa yerleştim ve yengem de yanımdaki koltuğa oturunca, parmaklarımı şık direksiyonda dolaştırıp Angel'ın kemerini takmasını bekledim. Hazır olduğunda aracı çalıştırdım.
Korumaların olduğu geniş, zırhlı araç peşimizden gelirken araziden ayrıldım ve hızlıca sürmeye başladım. Evimiz İtalya'nın en uzak köşesindeydi, merkeze inmemiz zaman almıştı. Angel yıllardır hâlâ aynı güzellik merkezine gidiyordu. Hatırladığım adreste ilerledim ve aracı öyle hızlı kullandım ki son baktığımda yengem ellerini çenesinin altında birleştirmiş, İsa'ya dua ediyordu.
"Ölürsem kocama söyle, sakın başkasının kocası olmasın," dedi birazdan, gözlerini kapatarak.
"Ben ölürsem sen Deren'e söyle, sakın başkasının kocası olmasın."
Angel gözlerini korkarak açtı ve bana baktığı iki saniyeden sonra kahkaha attı. Ancak dudaklarımı kıvırabildim. Kızıl saçları, renkli gözleriyle gerçekten hayranlık duyulasıydı. O kadar neşeli, tatlıydı ki onunla biraz vakit geçiren herkesi kendisine âşık edebilirdi.
Aracı, güzellik merkezinin otoparkında durdurdum ve dışarıya çıktığımızda insanlarla göz teması kurmamak için gözlüklerimi taktım. Asansörle çıkıp giriş katta indik[SE2] , ince topuklu ayakkabılarımla yürürken etrafın loşluğuna baktım ve sonra arkamızdan gelen korumalara döndüm. Toplamda altı kişiydi. "İkiniz burada kalın, dördünüz otoparka inin."
Gerilediler ve ikisi koridorun ucunda kalırken, diğerleri geri dönmek için asansörü kullandı. Saçlarımı kulağımın arkasına koyarak koridor sonundaki odaya yengemle beraber girdim ve içeride iki tane genç kadın gördüm. İki tane de masaj yatağı vardı, ortama sarımsı bir loş ışık hâkimdi.
"Önce saunaya mı girsem, daha sonra masaj yaptırır ve duş alırım?"
Çantamı, bana yaklaşan genç kadına uzatarak, "İstersen bir cilt bakımı da yaptır," dedim.
"Ay harika olur."
Angel, aklına koyduklarını yapmak için masaj odasından çıktığında iki kadınla kalarak odadaki kabine ilerledim. İçeriye girdiğim gibi elbisemi, çamaşırlarımı çıkarıp bir küçük havluya uzandım. Havluyu vücuduma sardığımda ancak kalçamı kapatabilmişti, masaj için vücudumun çoğu çıplaktı. Ensemi ovarak kabinden çıktım ve masaj yatağına yürürken içeride yanan mumların kokusunu duyumsadım. Masajı yapacak kadının elleri bitkisel bir yağla parlıyordu. Nazikçe gülümseyerek üzerinde beyaz örtü olan masaj yatağını işaret etti. "Buyurun efendim."
İçerisi biraz fazla sıcaktı, mumların ve ortamın etkisi olsa gerekti. Masaj yatağına yüzüstü uzandım ve yanağımı yüzeye yaslayıp ileride yanan mumu izlemeye başladım. Birazdan genç kadın ellerini ensemde, omuzlarımda dolaştırmaya başladığında izlediğim son mumu düşündüm.
Deren ile Utku'nun Karina için yaptıkları pastadaki o mumu izlemiştim.
Elleri omuzlarımdan aşağıda, kollarımda ve daha sonra sırtımda dolaşmaya başladığında gözlerim yarı yarıya kapanmıştı. Eller çok hafifti, sevdiğim bir İtalyanca şarkı kısık sesle çalıyordu. Uzun zamandır kaskatı olan vücudum gevşiyordu ama kalbim hâlâ buz kadar soğuk ve katıydı.
Dakikalar içinde iyice mayıştım, eller bacaklarıma doğru inerken zihnimi rahatlatmaya çalışarak birkaç dakikalık uykuya daldım. Tamamıyla bir uyku değildi, çünkü kapı seslerinin ve mum kokusunun farkındaydım.
Biraz sonra içerideki yavaş hareketliliği fark ettim. Titreyen mumun gözkapaklarımdaki yansımasını hissediyordum. Bedenimdeki elleri unutmuştum, varla yok arası hissediyordum ama bir noktada, bilincim daha güçlü şekilde kendini hissettirince elleri tekrar hissettim. Çünkü bu kez yumuşak bir dokunuş yoktu, iyi gelen bir masaj sözkonusu değildi. Bu kez sırtımın üzerindeki eller beni tutuyordu, okşuyordu. Bu eller... bir şey hissettiriyordu, bir kadının bana hissettiremeyeceği bir şey.
Gözlerim bir anda açıldı.
Mumun küçük ışığını gördüm ve ellerin tenimden daha derine inip ruhuma ulaştığını hissettim. Parmaklar sırtımın ortasını okşayıp havlunun üzerinden belime indi. Alnımda biriken terin çoğaldığını, hatta göğüslerim arasında da oluştuğunu hissederek yanağımı kaldırdım ve başımı yavaşça diğer tarafıma çevirdim.
Gerçekten de Deren'di.
Üzerinde beyaz, ilk iki düğmesinin açık olduğu gömlekle siyah kumaş pantolonu vardı. Silahı kemeriyle pantolon belinin altında saklıydı. Gömleğinin düğmeleri boyunca ilerleyip pürüzsüz çenesinden devam ettim ve yüzüne, üç numaraya vurulmuş saçlarına baktım. Bakışları ellerinin olduğu noktada, bacaklarımdaydı.
"Buraya..." bacaklarımı kendime çekmeye, doğrulmaya çalıştım. "Nasıl girdin? Korumalarım?"
"İkisini de vurdum," dedi gözlerini ağır ağır bana çıkararak. Bakışları... o an yüreğinden bile daha sıcaktı. "Artık gerçekten bir korumaya ihtiyacın var."
Öldürdüm dememişti, yalnızca etkisiz hale getirmiş olmalıydı. Tüm bunların nasıl gerçekleştiğini anlamak için kalkmayı bir daha denedim ama ellerini bacaklarıma bastırıp üzerime doğru alçaldı. "Masaj istemiyor musun?"
"Delirdin mi?"
"Sayende. Teşekkürler."
Çok sıcaktı, yanaklarım kızarmıştı, hissediyordum. Açıkçası Deren yüzünden o saniyelerde dilim tutulmuştu. Nefesimi tutmuş ona bakarken ellerim üzerimdeki havlunun düğümünde birleşti. "Otoparkta korumalar var, fark ederlerse..."
"Onları da vururum."
Altısını birden öyle mi?
Gerçekleri biraz sonra sindirip hırçınca, "Benim adamlarımı vuramazsın," dedim. "Onlar sadece işlerini yapıyor."
Tane tane, "Ben de senin adamınım, ben de işimi yaptım," dedi.
"Sen benim korumam değilsin! Ayrıca sen beni nasıl buldun? Takip mi ediyorsun?"
Üzerime biraz daha alçaldı ve soluğu o kadar sert çarptı ki saçım nemli yanağıma doğru uçtu. Uykudan uyandığım için hâlâ sersemdim ve terliyordum, kalbim deli gibi çarpıyordu. "Peşinde olmamı istemiyor musun?"
"Hayır," dedim.
Gözlerini yüzümde, daha çok yanaklarımda dolaştırdı. "Yalan söylerken yüzün hiç kızarmıyor, gözünü bile kırpmıyorsun."
Bunu yalnızca şimdi için söylemiyordu. Tüm yalan söylediğim zamanlar için yaptığı bir çıkarımdı.
"Neden bırakmıyorsun beni?" dedim sertçe.
"Bırakamıyorum."
Kalbimdeki buzlar, o bana ilk kez sarıldığındaki gibi çatladı ve bakışlarım onun kara parçalarında hapis kaldı. Başparmağıyla bacağımın içini acıtır gibi okşayarak üzerime eğildiğinde burnuma o lanet koku geldi. Temiz, ferah sabun kokusu. Gözlerimi o kokuyu çekerek kapattım ve elimi bana doğru alçalan göğsüne sertçe bastırarak gömleğinin kumaşını kavradım. "Yapma."
"Ben bunu yapmayayım ama o adam sana sarılsın öyle mi?" diye kükredi bir anda, göğsü elimin altında kaskatı olurken.
Kaşları o kadar çatıktı ki, sanki gerçekten kalbini yerinden sökerken yakalanmış gibi hissettim. Sol gözü engel olamadığı şekilde titriyordu. Bu öfkeli anından yararlanıp doğruldum ve elimin içiyle onu sertçe itip bacaklarımı indirdim. Yere basıp havluyu daha sıkı tutarken, "O konu," dedim. "Sen beni mi takip ediyorsun? Kim verdi sana bu hakkı? Beni izleyemezsin, takip edemezsin! Bana, ailemden birisine bunu yapan herkes ölür!"
"Ölümü geç! Onu geç! Biz birbirimizi çoktan öldürdük!" Elinin tersini havaya doğru savurdu. "Söyle bana, o kim?"
Boynumdan akan teri silip, "Önce sen söyle," dedim. "Nasıl gördün? Malikânenin civarında mı dolaşıyorsun sen? Bir sürü koruma var. Nasıl yapıyorsun?"
Sinirle üzerindeki gömleğin düğmesini çekiştirdi ve o kadar sert davrandı ki, düğme kopup bir anda üzerime fırladı. Başımı eğip göğüslerimin arasına uçan düğmeye baktım ve Deren de başını kaldırıp düğmenin nereye gittiğini izledi. Uzanıp göğsümdeki düğmeye dokunurken, "Cevap ver," dedim sertçe.
Gözlerini göğüslerimdeki düğmede dolaştırıp bir süre sonra gözlerime çevirdi. "Yaman izliyordu. Eğer ben izliyor olsaydım o adamı öldürürdüm."
Yaman mı? Yok artık. Daha bir ay önce benim emrimle Deren'i izleyen Yaman.
Abime saydığım sebeplerden ötürü, "Carlos'u öldürmeyeceksin," dedim.
Deren nefes almayı kesti ve gözleri gözlerimde donup kaldı. Sanki ona hiç kurmamam gereken bir cümle kurmuştum. "O mu?" diye sordu aniden, sertçe yutkunarak. "O adam... o mu?"
"Evet," dedim gözlerinin içinden ayrılmadan. "Carlos, Karina'nın babası."
Bu cümleden sonra bile bana canını yakmışım gibi bakmasına dayanamadım, bu yüzden gözlerimi başka yere çevirdim. Bu sırada Deren'in arkasını döndüğünü, çıkacakmış gibi kapıya ilerlediğini gördüm. Bir adım geri, iki adım ileri çıkarak ellerini kafasındaki saçlarda dolaştırdı. "Beni öldürmekten bahsederken bana o adamı öldüremeyeceğimi söylüyorsun. Ama eminim o seni benim kadar..."
Evet Deren, o beni senin kadar...
Carlos'u neden öldürmesini istemediğimi, kendisini de zaten asla ve hiçbir zaman öldüremeyeceğimi nasıl açıklayacağımı bilemeden dişlerimi sıktım. Ona hiçbir şeyin açıklamasını yapmak istemiyordum, çünkü hâlâ kızgındım ama bunu düzeltmeyi de istiyordum.
Bir şeyler söylemek için başımı çevirdiğimde Deren'i üzerime gelirken buldum. Ben daha uzaklaşmadan sağ kolumdan tutup beni çekti ve diğer eliyle de çenemi kavrayıp yüzümü yukarıya kaldırdı. Bir anda nefesiyle ve kalbiyle çarpışınca dizlerim ileriye doğru titredi. "Acınızı mı paylaştınız? Seni teselli mi etti?"
"Sakın!" diye çığlık attım. "Sakın Karina'dan bahsetme!"
Beni tuttuğu hızda bırakıp bir bağrışla arkasına döndü, kendi etrafında turlayarak ellerini vurur gibi suratına çarptı. Şakağındaki damarlar patlayacaktı âdeta, gözleri odaksız bakıyordu.
"Yengem gelecek, git buradan," dedim, koridoru dinlerken.
"Konuşacağız," dedi kafasını bana kaldırıp. "Yarın benimle görüşeceksin, seni götüreceğim, konuşacağız."
"Konuşacak bir şeyimiz yok!"
"Lan siktiri boktan abilerine olan hayranlığımdan mı geldim buraya ben! Elbette konuşacağız! Konuşacak bir sürü şeyimiz var!"
"Siktiri boktan sensin!"
İkimizin bağırtısı da birbirinin üstüne çıktıktan sonra sessizleştik. Göğüskafesim sertçe yerinden oynarken uzun saniyelerce gözlerimizi izledik. Sonra Deren ellerini bir daha yüzünde dolaştırıp saçlarından geçirdi ve derin nefesler alarak üzerime yürüdü. Aramızda bir mesafe bırakarak, "Ancak yarın görüşmeyi kabul ettiğinde buradan gideceğim," dedi.
"Korumalar ne zamandır patronlarına karşı böyle konuşuyor," dedim, göğsümü silerken. Sıcaktan bayılacaktım artık.
Dilini dişleri arasında ısırdı.
"Gelmezsen ben gelirim Karmen."
"Evime girene kadar göğsüne milyon tane kurşun yersin geri zekâlı."
Gözlerini sakince kapatıp açtı. "Kızım için yaşıyor olmasam bunun için ölürdüm ama biliyorsun, ölemem."
Söylediklerinden sonra yutkunmak da nefes almak da ölesiye zor geldi. Ona çok kızgındım, bu yüzden konuşma isteğini yokuşa sürüyordum ama İtalya'dan gitmesi için diğer gerçekleri de öğrenmesi gerekiyordu. Her şeyi anlattığımda, merak ettiği bir şey kalmazdı belki de. Yine de cevap verirken kızgın olduğumdan konuşmadım, yalnızca başımı sertçe salladım.
"Kabul ettin mi?" diye onaylatmak istedi Deren.
Bir daha başımı salladım.
"Karmen?"
"Ya başımı sallıyorum işte, anlamıyor musun?" diyerek havlunun düğümünü biraz daha sıkı tuttum.
Gözleri bir saniyeliğine el hareketimi takip etti ve âdemelması belirginleşti.
"Nereye istersen geleceğim Deren, diyeceksin."
Dudaklarımı sertçe ısırıp köşedeki çantama baktım ve silahı alıp almamayı düşünerek, "Slenderman'e seni de boğduracağım galiba," diye mırıldandım.
"Slenderman kim? O da sana sarılıyor mu?"
Başımı inanamayarak çevirdim ve cidden öyle düşündüğünü gösteren gözlerini görünce neredeyse gülecek oldum. Hâlâ sarılmak diyordu, ne kadar fazla takmıştı. Doğru, ben Nalan'ın rujunun değdiği bardağı bile çöpe atmışken buna şaşırmamam gerekirdi. Fakat yaptığım, yaptığımız her şeyden sonra bununla kafayı yemesi...
Kapıyı gösterdim. "Git artık."
Ona doğru kaldırdığım elime, sonra da elimden içeriye, koluma doğru bakınca nereye baktığını anlayarak derhal kolumu indirdim. Fakat Deren'i tekrar bana yaklaştıran bu oldu. İki adımda gelip kolumun içindeki izlere bakarken, "Kolunu görse çok üzülürdü," dedi.
"Kim?"
"Ka... Karina." Kekeledi, tekrardan.
Kalbim Karina ya hani, o yüzden bunu söylediğinde en çok kalbim acıdı.
"Neden bunu söyledin?" dedim yutkunmadan. "Canımı yakmak için mi?"
Elini dokunacakmış gibi yaklaştırdı ve gerçekten de dokunuyormuş gibi havada gezdirdi parmaklarını. "Hayır. Bir daha yapmaman için. Çünkü ben, seni durduramam ama kızının üzüldüğünü bilmek durdurur."
Sözcükler kalbime kapandı ve hiç anlatmamama rağmen kızımı ne kadar sevdiğimi bilmesine ağlamak istedim. Bu yüzdendir ki uzaklaşıp kolumu arkama götürdüm ve bunun üzerine Deren de başını bana doğru kaldırdı. Bulanık ve sert gözleriyle bakarak uzandığında gözlerimdeki duygular titreşti. Parmaklarını göğüslerimin arasına koyup birkaç dakikadır orada, havluya tutunan düğmesini aldı ve elini çekip uzaklaştı.
Gitmek için arkasını döndüğünde beyaz gömleğinden sırtına bakarak iki nefes aldım. Ona gitmesi için kapıyı göstermeme rağmen midem panikten bulanıyordu. Ayaklarımın beni ona doğru yaklaştırdığını fark ettim ve Deren kapıyı sertçe açtığında, "Neden?" diye sordum fısıldayarak. Çıkmadan kapının iç tarafında durdu. "Neden Karina hakkında konuşmalıyız, dedin? Neden kızım hakkında konuşmak istiyorsun? Üstelik... her şeye rağmen."
Ruhum Deren ya hani, bu yüzden söyleyeceklerini en çok ruhum duymak istiyordu.
Eli kapı kulpunu kavramışken başını, utandığı bir şey varmış gibi öne eğip sertçe yutkundu. "Çünkü o beni sevmese de ben âşık olduğum kadının her şeyini sevebilirmişim... kızını da."
Ve sonra, öylece çekip gitti.
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...